4 Nisan 2015 Cumartesi

Anlat Bana

İçim öyle doluyor, ruh halim bana öylesine çaresiz görünüyor ki, tam o sırada karanlık beni katıyor kendine.Yalnızlığımla mutluyum diyorum. Sonra ötesini görüyorum, daha da kötüleşiyor her şey, birinin beni anladığını fark ettiğimde. Değer vermeyi bilmiyorum ben. Boş hayaller kurmaktan hoşlanırım, adım atmaktan korkarım. Hakiki bir adımdan bahsediyorum. Beni tuz parça edebilecek bir tehlikede iken nasıl olur da kendi oyunumu sergilerim diye düşlere dalarım! Sonra bunlardan da bıkarım, artık hüznümün zevkinin cılkını çıkmış, emzikte pekmez bitmiştir! Sonra gerçek tüm kuruluğu ve geleneği ile karşıma çıktığında o eski çaresizliğimi özlerim, durduğum yerin daha sınırlı olduğunu anlarım. Biraz umut ne iyi olurdu şimdi! Biri bana inanmadığım şeyleri aşkı, umudu, geleceği...hevesle anlatsa.

11 Ocak 2015 Pazar

Nevrotik İçsellik

onu tanımış olmak
bir anlam olamaz senin için
kopuk bir çizgi
tıpkı bir rüzgar gibi
gelip geçecek yanından
fark ettirecek belki
ama bu önemli değil
çabuk gidecek zira

öyle ki ölümü hatırlatır
organ kadar etkili olmasa da
hissedersin eksiklik acısını
bir dostun
bunların hiçbiri olmayacak
öyle pasif ki bir boşluk gibi
sadece başkaları için



22 Ekim 2014 Çarşamba

Absürd Adalet

Mahallemizde ufak bir köpek vardı; sanırım kırmaydı, özel bir cins değildi. Ama ne fark eder, her yavru köpek sevimli değil midir? O zamanlar, yani ben hepi topu sekiz yaşındayken mahallenin tüm çocukları hayat doluydu, hayvanları severdik ve onları bir arkadaş, hem eşine az rastlanır bir arkadaş olarak görürdük. Bir isim takmıştık köpeğe, elbette. Ama hatırlamıyorum. Sürekli adını seslenirdik kahverengi, düşük kulaklı, şaşkın görünümlü yavrucağa... Herkes seslenmesine rağmen çoğu zaman benim kucağıma atlardı. Sırf bu yüzden arkadaşlarım beni kutlar ve bana imrenirlerdi. Ben ise, hayvanla fazla samimiyetimin dergilerden ve televizyonlardan çıkardığım sonuçla benim sokak çocuğu olarak gözükmeme neden olacağı için bu durumdan endişe duyuyordum. ''Sokak köpeğinin dostu, sokak çocuğu olur.'' ibaresi yerleşmişti aklıma! Sağ olsun televizyon ve dergiler bu konularda çok duyarlıydılar! Öğretmenlerimiz sınıflarda ''Bir sokak köpeği gördüğünüzde muhakkak kaçın, büyük ihtimalle kuduzdur.'' diye bas bas bağırıyorlardı.

Bir gün bizim yavrucağın kaybolduğunu fark ettik,  tüm aramalarımıza rağmen onu bulamamıştık. Duruma oldukça üzülmüş ve kendimi suçlu hissetmiştim. Bu yüzden onu en çok merak eden ve arayan bendim. Acaba benim düşündüklerimi mi biliyordu, bu yüzden mi bizden uzaklaşmıştı? Arkadaşlarım ile beraber aramalarımızı sürdürüyorduk, ara ara tüm çevreyi dolaştığımızı ve artık onu unutmamız gerektiğini söylüyorlardı. Bir süre sonra ben de onlar gibi pes etmiştim. Bir bankete sıra boyu dizilmiş dinlenmeye ve sohbet etmeye başlamıştık. Tam o sırada, aramızdan bir çocuk eliyle işaret ederek, heyecan ve gururla ''Bakın, işte orada!'' dedi. Hemen gösterdiği yöne baktık, hakikaten de oradaydı. Onu bulmanın verdiği sevinçle hep birlikte koşmaya başladık, aklımda her şey netleşmiş, içim huzurla dolmuş, onu bulduğumuzu ve geri kazanacağımızı sanmıştım. Biz onu özlemiştik; fakat görünüşe göre o bizimle aynı fikirde değildi. Neredeyse yanına vardığımız anda sokağın solundaki bahçeye dalıverdi. Bir süre onu bahçede dolaşırken seyrettik ve adını seslenerek yanımıza gelmesini, oradan çıkmasını sağlamaya çalıştık. Ama hala bahçede dolaşıyor ve bizi duymuyor gibiydi. Bizim koparttığımız gümbürtüye uyanan ev sahibi küfürler ederek bizi kovaladı. Sarışın, renkli gözlüydü. Tehlikeli birine benziyordu, rahatsızlık verecek derecede hastalıklı bir ruha sahip olduğu  yüzünden okunuyordu. Bahçenin etrafından uzaklaşmış ev sahibini, ne yapacağını merak ederek, korkarak  izliyorduk, yine de bu kadar kötü davranacağını sanmıyordum. Yavrucağı eliyle kaldırarak bahçeden çıkartırken '' Bunu mu arıyorsunuz, he? Bunu mu?'' diye tüylerimizi ürperten hiddetiyle bağırdı. Sonra köpeğin kafasını birkaç defa bankete çarptı. Hemen ardından boynundan tutup başının arkasına kadar kaldırıp, güç alarak asfalt zemine fırlattı. Yavrucak ağlayarak beş-altı metre yokuş aşağı yuvarlandı. Yürümeye başladığında bir ayağının sektiğini fark ettim.

Olanları hayretle izlemiştim. Olduğum yerde dikilmiş, bir kabusa hapsedilmiş gibiydim. Ev sahibinin bu kadar sinirlenmesine anlam veremiyordum ki, hiçbir neden bu yaptığı davranışı haklı çıkaramazdı. Şimdi ise bir insanın bu kadar kötü olmasına anlam veremiyordum. Mantığımın sadece tekilcil  olduğunda işe yaradığını anladığım için kendimi suçladım. Yavrucağın bu işkenceyi görmesine benim onu dışlamam mı sebep olmuştu; yani ben mi sebep olmuştum? Bir yanıt aramadım, sanırım yanıt karşımdaydı: Ev sahibi muzaffer bir edayla bizlere bakıyordu, besbelli yaptıklarından pişman değildi.

3 Nisan 2014 Perşembe

Depresyon

Depresyon, hakkınızda söylenen her sözü, ''başarısız oldun!'' olarak anlamanıza yol açar.

5 Mart 2014 Çarşamba

Tavafuk

Aklıma gelmiyor o eski sözcükler hep etrafımda olan birinin ihtiyacım olduğu zaman ortaklıktan kaybolması gibi. Etkilerden uzaktayım çünkü ayrıca duygu dolu değilim şu anda. Neden mi geldim buralara?-Yaz dedi içimden bir ses: güzel şeyler çıkacak bak göreceksin. Ona inandım;  hep öyle yapmışımdır zaten. Ve buldum kendimi bu kimselerin olmadığı yerde.

Aklıma aforizmalar geliyor sadece ama ben daha kapsamlı bir şeyler yazmanın peşindeyim. Doğrusunu isterseniz bloglarda özel konulardan bahsetmek beni kaygılandırıyor. Aslında önemli bir kişilik değilim hatta hiç bir işe yaramadığım bile söylenebilir. Neden bu durumu tehdit unsuru olarak algılıyorsam?-Bilmiyorum belki de biraz paranoyaklık vardır bende.

Tavafuk diye bir sözcüğün varlığından haberdar oldum bir kaç gün önce. Uyum içinde olmak demekmiş. Kendi gözlemlerimden çıkardığım bir sonuç vardı: iletişim içinde olduğum tüm insanlar benden birer parça taşır, kimisi benim gibi sessiz kimisi ile aynı dertten mustaripimdir. ''Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.'' sözü tavafuka inan bir insan tarafından söylenmiştir, buna eminim. Gerçekten de öyle, bir insan tanıyorsun başlangıçta aynı noktalarınız var, evet o aradığınız kişi: sizin dünyanızdan. Ama sonrasında sen yada o değişmeye başlıyor ve ardından ayrılık. Sevgili, arkadaş ya da eş fark etmez sürekli değişim halinde olanın,vedaları sık yaşayacağı aşikardır.

2. Günlük

Bu nekahette sadece iki günlük tutmak istiyordum, nekahette miyim?-Onuda bilmiyorum; çünkü birinci günlüğümü tuttum, ikincisini yazmayı sabırsızlıkla ve ümitle bekledim; kendimce mutlu hayaller kurdum, yazacaklarımı tasarladım, geleceğimi düşündüm. Bu beklentiler içerisinde geçirdim bir aydan fazlasını. İlk başlarda tedirgin ve rahatsız edici bir halde değildim. Sonrasında aileme sürekli dert yanmaya başladım. Daha sonrasında ise, yani şu an hiç bir şeyi umursamıyorum. Diziler izliyor, kitaplar okuyorum. Okuduklarımda ve izlediklerim de insanın kendi varlığının sorumluluğunu üstlenememesini görüyorum. Bu durum karşısında öyle derin bir boşluğa düşüyorum ki kızacak birilerini arıyorum, bir suçlu görememek içimi sızlatıyor.

İnsan doğal yollarla meydana gelen kötü durumlardan daha çok yara almıyor; bu doğru. Ama şöyle bir sorun var: beş yaşındaki bir çocuğun babası kalp krizinden ölüyor, genetik bir hastalık nedeniyle bir kişinin organı alınıyor. Ve suçlayacak kimse yok, haksız çıkartılacak, lanet edilecek kimse yok... Yoksa gerçekten tanrıların hatalı olarak meydana getirip, sonradan terk ettiği bir dünya'da mı yaşıyoruz? Eğitim bilimleri, fen, sözel bilimleri, sistemler...geliştiriyoruz neden?-Herkes daha mutlu olsun diye. Peki, neden milyonlarca insan acı çekerek, hastalar parası olmadığı için ölüyor ve intiharlar neden hala devam ediyor; hemde değişen hiçbir şey olmamış gibi ? Bu sorunun cevabını elbette bulamıyorum. Ama bu tespitten yola çıkarak varacağınız bir çok sonuç olduğunu düşünmekteyim. İşte size çıkardığım sonuçlar: insan hayvan olmanın ötesine geçememiş durumda. Geliştirdikleri bilimleri yada icad ettiklerini, insanlığın gelişmesi olarak yorumluyorlar, bununla avunuyorlar. Ama bu insanlığın geliştiğini göstermez ki. Az önceki yazdıklarıma hanginiz itiraz edebilirsiniz, tespitim yanlış mı? İnsanlık mertebesi bilimlerin gelişmesi ve icatların bulunmasıyla yükselmez; bu ancak empatiyle sağlanabilir. İnsanlığın ilerlemesinin başlaması için tahminimce önümüzde bir yüzyıl var.

Empatiyi o kadar dar alanlarda kullanıyoruz ki. Tıpkı bana okulda öğretilen demokrasi gibi bu olguyu komik bulmama neden oluyor. 'Arkadaşlarınızla empati kurun.'' Neden sadece bana benzeyen kişilerle empati kuruyorum ki ? Ayrıca şurada da bir yanlış var: beyler, empati kendini kişinin yerine koymadır; fakat bunu yaparken sizin bazı düşüncelerden yani bencil düşüncelerinizden arınmanız gerekmez mi? Bir başkasının ruhunu anlamak için bu gereklidir; bu yüzden empati bir yetenektir. Yoksa yaptığınız: kendini onun yerine koymak olmaz;  bu, o durum karşısında ben kalsaydım ne yapardımdır. Ah sevgili dostlarım, bu basitleştirme bizi birer hayvan haline getiriyor. Yazar sadece bir kelimeden sayfalarca bahsederken normal insanlar kelimelerin anlamını bile açıklayamıyor. Hassas olmayı kötü bir şey sanmayın, güçsüzlük olarak hiç görmeyin; çünkü ben sadece buna güç derim. Hassaslık, hislilik... Tıpkı hassas bir terazi gibi her kelimenin tüm parçalarını dikkate almalıyız.

Az önce anlattığım dünya, yakın çekimde ele aldığım trajedidir. ''Hayat uzak çekimde komedi, yakın planda trajedidir.'' diyen Chaplin'in kafası çok karışmış olmalı. Şu uzak çekimdeki görüntüyü hiç kimsenin göremediğini varsayıyorum; çünkü bu imkansız. Kendisi de yaşadığı umutsuzluk sonucunda yaşananların, kendi boyutunun üstünde komedi olarak algılandığını umut ettiğine inanıyorum; bende böyle umut ediyorum doğrusu. Şöyle bir şeyden de yola çıkmış olabilir: hayatımızın en sinirli olduğumuz anlarını geçmişte bıraktığımızda ve ardından onları hatırladığımızda çok güleriz. Ama bu sinirlilik anları komediye dönüşen trajedi değildir; benim bildiğim trajedi gereksiz yere sinirlendiğimiz zamanlar değil çünkü. Sonuç olarak: hayat bir trajedidir dostlarım. Tanrıların terk ettiği bir dünya'da yaşanan trajediye hayat deriz. Hayattan söz ederken herkesin hüzünlendiğini sizde fark etmediniz mi ?

Duygular

Sıkıldığımı söylüyorum etrafımdaki bir kaç insana; belkide haksızlık ederek. Sözlerimde bir umursamazlık belirtisi başladı bir kaç hafta önce, gördüğüm bir şeyin aklıma kazınması çok zor. Artık sadece bana bir şeyler hissettiren yerleri anımsıyorum, tasvirini yapabileceğim bir yüz göremiyorum.

Duyguların da tıpkı bir insan gibi doğduğu yerden etkilendiğini söyler :'' Honore De Balzac '' benim umudum başkasınınkinden daha hüzünlü ve daha uzun yaşayan cinsten olabilir. Bu doğduğu yerin doğasına bağlıdır; ne kadar zor şartlarda dünya'ya gelmişse  o kadar güçlüdür. Bir hedefe doğru yürüyorsam çoğunlukta bu ben değilim, içimdeki yaşayan o duygudur ve beni etrafımdaki insanlara deli olarak göstermesini sağlayacak derecede kayıtsızlaştırabilir. Bu duygu: aşk, sevgi, inanç... olabilir.

İçimde yeşeren duyguların ne olduğunu henüz bilememekteyim; fakat çok zor anlar yaşadığımın farkındayım. Bu sıralar hissettiğim en derin duygu: yalnızlık; bunca acının eğitimi içinde birde farklı türde olan bir yalnızlığın doğması beni ürkütüyor. Serbest kalabilsem ve istediğim her şeye ulaşabilsem bu duyguyu öldürebilirim. Belkide o yalnızık içimde doğan bir duygu değilde acının beraberinde getirmiş olduğu bir kısmıdır; doğacak olan başka bir duygudur diye ümit ediyorum.